Tuesday, December 17, 2013

İPEK ECE 18 AYLIK

Canım Kızım,

Sana yazmayı ihmal ettim. Annen kendi telaşına düştü. Kendini tanımaya, hayatı düşünmeye başladı.

Bu arada sen hem canım, hem  sevdiğimin canısın, seninle ilgili yaşadığım zorlukları buraya yazıyorum diye bana kızma çünkü bu zorlukların hiçbiri seni daha az sevdiğimiz anlamına gelmez. Sen, beni yaşama bağlayan en güçlü dalımsın.
Bu aylarda konuşmanla ilgili çok büyük bir değişim olmasa da canın isteyince "dede gel", "anne gel", canın acıyınca "uf", sıcaksa "üff, üfff" , uçağa "vuu" gibi kelimeler kullanabiliyorsun. Artık her cümleyi anladığını düşünüyorum. Hele senin hakkında konuşuyorsak, hemen kulak kesip bizi dinliyorsun. Seninle en çok boğuşmamızdan hoşlanıyorum, gıdıklamaca oynuyoruz, babanla lego oynuyorsun, kalem tutabiliyorsun, mutlu olduğunda bizi öpücüklere boğuyorsun.
Sarı papatyam pofi diye bir kitabımız var, o kitaptaki resimleri sana anlatıyorum, sen de hareketleri taklit ediyorsun.
  • Pofi uykusunun geldiğini gözlerinden anlarmış. (Gözleri ovalıyoruz.)
  • Esnermiş. (Esniyoruz)
  • Annesi babası söylemeden banyoya gider dişlerini fırçalarmış, ellerini yüzünü yıkarmış. (Elimizi ağzımıza götürüyoruz, elleri ovuşturup yüzümüze sürüyoruz.)
  • İyi geceler annecim, iyi geceler babacım dermiş. (Bize öpücüklü el sallıyorsun.)
  • Mis gibi kokan yatağına yatarmış. (Gidip yatıyoruz. Battaniyemizi alıyoruz.)
  •  Annesi ona kitap okurmuş. (Biz ninni söylüyoruz. Dua ediyoruz. Sen "nen nen" diyorsun ve elinle amin yapıyorsun.)
Uykudan yeni kalktığındaki haline aşığız senin, bi nazlısın bi nazlı. Bir de müzik sesini duyunca, herşeyi bırakıp dans etmenin hastasıyız.
Bu ara bana çok düşkünsün.


Dedenle sofradasınız...
Seni Seviyoruz.

Wednesday, October 23, 2013

Aushwitz (Arbeit Macht Frei)

YOK SAYDIĞIM BİR GÜN
 
2006 yılındaki bir ziyaretten kalma olan bu toplama kampı anısını atlamış olmak, hiçbir günlüğümde yer almamış olması çok ilginç. İlginç çünkü,  hiçbir zaman hayatı yüzeysel yaşayabilen biri olmadım. Hayatla ilgili, insanlıkla ilgili kafa yoran biriydim. Ne zaman Livaneli’nin_ Serenad adlı kitabını bitirdim, o zaman tekrar toplum ve dünya düzenleri ile ilgili kafa yormaya başladım. Kitabın içinde küçük bir yerde Aushwitz’ de geçen bir olaydan bahsediyordu. Birden irkildim. “Ben oraya gittim ya.” dedim içimden. Gitmiştim ama unutmak istemiştim. Hatta Litavanya’dan Polonya’ya yapmış olduğumuz 3 günlük bir kaçamak için ve Krakow gibi güzel bir şehri bırakıp 1 saat yol gidip, mezarlık ziyareti yapmayı hiç istememiştim. Bazen insan kendini üzüntülere kapatıyor.  Her zaman yaptığım gibi ekibin içinde çatlak ses olmamaya çalıştım ve kabul etmiştim bu geziyi. Sahi ne zamandan beri çatlak ses olmamaya çalışıyordum acaba. Bu ben miydim?
Kitapta özetle zulmün dil, din, ırk gözetmediğini. Erk sahiplerinin adil olmasını beklememek gerektiğini, hatta daha uç boyutta tüm devletlerin katil olduğunu anlatıyordu. Pascaldan bir alıntı vardı, çok basit gibi gözükse de, aslında değil, üzerine çok düşündüm, tekrar tekrar okudum ve halen okuyorum.
Şöyle Demiş Pascal;
Kötünün Zaferi
"Adil olanın peşinden gidilmesi doğrudur, en güçlünün peşinden gidilmesi ise kaçınılmazdır. Gücü olmayan adalet ise acizdir, adaleti olmayan güç ise zalim. Gücü olmayan adalete mutlaka bir karşı çıkan olur, çünkü kötü insanlar her zaman vardır. Adaleti olmayan güç ise töhmet altında kalır.
Demek ki adalet ile gücü bir araya getirmek gerek; bunu yapabilmek için adil olanın güçlü, güçlü olanın ise adil olması gerekir.
Adalet tartışmaya açıktır. Güç ise ilk bakışta tartışılmaz bir şekilde anlaşılır. Bu nedenle gücü adalete veremedik,  çünkü güç adalete karşı çıkıp kendisinin haklı olduğunu söylemişti. Haklı olanı güçlü kılamadığımız için güçlü olanı haklı kıldık."
Orada gördüklerimin Kötünün Zaferiydi işte.  Kaçtığım gerçeklerle tekrar yüzleşme zamanım geldi. Hemen wikipedia üzerinden araştırmalara başladım. Gerisi ansiklopedik bilgiler zaten sizler de araştırabilirsiniz.Ben bir içimi dökeyim, bir yandan yazdıkça daha çok düşüneyim.  Dünyanın acılarını düşündükçe, kendi sorun sandığım şeyleri küçülteyim istedim. Aşağıda çektiğim bir kaç poz. Öyle etkilenmişiz ki orada olduğumuzu ispatlayacak kendimizi kareye dahil eden hiçbir poz çekmemişiz. Bir tek pozda gaz odalarına korkuyla bakan arkadaşlarım var. Öylesine yok saymak istemişim ki, o günün üzerine bir daha hiç düşünmedim. Fotoğraf çekesimiz bile gelmemiş.




 

Wednesday, August 21, 2013

30. YAŞ

Doğumgünlerime çok önem vermiyordum uzun zamandır. Uzun zamandır gereksiz görüyordum kutlamaları ama bu sefer farklı. Özellikle bugün farklı. Bugün kutluyorum doğumgünümü. Kendi kendime en coşkulu şekilde içimde.
Z raporunun güzel sonuçları çok;
Hatalarımı sevmeyi öğreniyorum. Kendimi bağışlıyorum, hiç ama hiç yargılamıyorum. Kendimi ve hayatım üzerine etkisi olmuş herkesi bağışlıyorum. Hafifledim.
Keşkelerim yok değil var ama hayıflanmıyorum.
Yaşım 30, sevdiklerim, sağlığım, en önemlisi yaşam kaynağım kızım var, bir miktar gezmiş tozmuşluğum var, iyi kötü mürekkep yalamışlığım var, iyi derecede İngilizce bilmişliğim, orta derecede genel kültürüm var. Kendimi seviyorum. İşte kendime en büyük hediyem bu. Ve kimsenin takdirini, kutlamasını beklemeyen, yalnızlığı tercih etmeyen ama yalnız da yapabilen biriyim. (biriyimDİR UMARIM :)
Z raporunun kötü sonucu ise zamanında yaşamadığım ve arka bahçemde gizli  küçük aykırılıkların küçük bir köşede pısmış şekilde baskı altında beklemeleri.
Z raporunun dünden bugüne değişmeyen sonucu ise; halen sesli düşünecek ve paylaşacak kadar deli olmam.
 70. yaşları görmek dileğiyle. Yaşamalıyım çünkü yolun sonunu merak ediyorum.
Herkese Sevgiler

Wednesday, July 31, 2013

14 AYLIK İPEK ECE

Bebişim artık yürüyorsun. Baya baya yürüyorsun. Hemde bir yürüdünmü sağa sola tutunayım destek alayım falan demeden... Sadece koşmaya kalktığında dengen bozulup düşüyorsun. Çok düşüyorsun ama üzülüyorum.

Dün seni Gülşen Teyzene bıraktık. Babanla Tavacı Remziye Sunexpress'in iftar davetine gittik. Etleri Diyarbakırdan geliyormuş. Kuzu değil lokum. Tabi seni unutmadık. Hemen pidenin arasına 3-5 parça koyup sana da getirdik.

Gülşen teyzende mutlu olmuşsun. Onun 7 yaşındaki yeğeni ile arkadaş olmuşsun. Teyzene şakadan vurduklarında vuranlara kızıyormuşsun. Veya yeğeni onun kucağına oturduğunda kolundan tutup çekip başka yere götürüyormuşsun.

Kıskanmalara başladın sanırım. Bu sabah geç kalktın. Senin uyanmanı bekledim. Geç kaldım ama seni görmeden evden çıkmam mümkün değil.

Emekleyerek erzak dolabının önüne gittin, kapağı açıp cicibebe kutusunu işaret edip "muck muck" dedin. Bu ara sevdiğin herşeyi öpüyorsun. Bizi, kitapları, ayıcıkları herşeyi... Biz de seni bol bol öpüyoruz.

Merdiven çıkmaya, Dijital buttonlara  basmaya ve dokunmatik cep telefonu kurcalamaya doyamıyorsun.

1 hafta sonura baban dünyanın öbür ucuna gidecek. Amerikaya... Onu özleyeceğiz aşkım. Ama en azından Ramazan Bayramında Eskişehirde sevdiklerimizin yanında olacağız. Memleketimi çok özledim. Kuru ayazını, soğuk gecelerini falan. Ama annemlerin evindeki egsoz dumanı ve araba gürültüsü olmasa daha iyi !

Wednesday, July 17, 2013

İpek Ece 13. ay içinde (SİDE TATİLİ)

Haziran sonunda babamızla ve İpek Hanımla 5 gecelik güzel bir dinlenme tatili ayarladık. Bizim için dinlenmeydi. Yemek  hazırlamak, mama hazırlamak, yenmeyen mamaları dökmek, balkona tükürülen kirazları temizlemek falan olmayan bir dinlence hayal ettik. Kafaya geçirilen yoğurt kaselerinin daha rahat temizlendiği bir ortam. Hatta yemek haneyi kirlettik diye kaygılanmadığımız... Onu yemezse, bunu yer, e onu da mı yemedi, o zaman mama kabına şunları zulalayalım da plajda yer belki rahatlığını yaşadığımız bir yer oldu...

Bizim için dinlence oldu gerçekten. Hatta babayla sıra ile güneşlenip, sırayla denize girilen, akşamları "balkondan canlı müzik bile" dinlenebilen bir hava değişikliği diyelim... Ama anladığımız anlamda "tatil" bu değildi. Yada yanlış olan bizim "tatil" anlayışımız sanırım :))

Yavrucum baban ve ben sırtımıza sırt çantalarımızı alıp kendimizi o koydan, o koya vuran nerde Prag, orda Trak diyen hippi ruhlu tiplerdik. Senin annen biraz paspal ayağında bir terlik, üstünde bir tişört ve şort olsun dünyayı gezsin fotoğraf çeksin bir genç kızdı. Babansa halen macera peşinde... Şu kadar metrelik dalış mı yapsam, yoksa yamaç paraşütüm olsa da şurdan kendimi atsam falan fikirlerinde...

Canım benim biz daha çocukluğumuzu yaşayamamıştık ki hayatımıza sen girdin. Seni çok seviyoruz. Gelmene çoook mutlu olduk. Sanırım burada yapılacak şey, seni bizim hayat tarzımıza uyum sağlatmak. Bir taraftan da kendi hayallerimizi gerçekletirebilmek. Eğer biz mutlu olursak sen de mutlu olursun. O yüzden babanla birbirimize iyi bakmak, iyi davranmak zorundayız.  

Tatilimiz bu anlamda biraz faydalı oldu. Bizim için dinlence olan, senin için tam bir TATİL oldu. Uykuyu teke düşürdün. Herşeyden çok keyif aldın. Yemek salonunda turist teyzelere cilveli gülüşler attın, kendini çok sevdirdin. Denize bayıldın. Bıraksak yüzeceksin hissine kapıldım. Kolluklarınla denize girdin. Babacınla kumdan kaleler yaptın. Sen benim gibi değilsin tatlım, sanırım KOKOŞ olacaksın. Kumlardan pek hoşlanmadın. Üstünün kirlenmesinden rahatsız oldun. Ama yine de babacın sana çok güzel kaleler yaptı. Bu da değişik bir deneyimdi senin için. Çimlerde yalın ayak yürüdün.Tabi "bizim yardımımızla". Henüz yürüyemiyorsun. Ama elinden tuttuğumuzda koşuyorsun. Tek elinden tutarak yürümeyi öğretmeye çalıştım. Tay tay durmuyorsun pek. Aşırı tedbirlisin. Sanırım bunda seni 3 kere düşürmemizin payı var. Korkuyorsun. 1 kere beşikten, 1 kere bizim yataktan, 1 kere de kanepeden düştün. Her seferinde içim yandı annecim. her seferinde babanla kavga ettik. "düzgün bakamadın şu çocuğa diye" Üzgünüz. Özür dileriz.

Şunu hiç unutma biz hep hatalar yapacağız. Çünkü ne kadar anne, baba da olsak insanız. Ama bu seni çoook sevdiğimiz gerçeğini hiç değiştirmeyecek. Ben de annemin babamın aslında insan olduklarını çok geç anladım. Sen de geç anlayacaksın belki. Bize kızacaksın hatalarımız olduğunda ama kızma annecim. Sadece bizim de hata yapabileceğimizi unutma tamam mı ?
Bu arada tatilin son günleri ızgaralara sardın. Köfte, tavuk gayet güzel yedin. sen yediğinde ben doyuyorum. Karpuzla geçirdiğim öğünler oldu. Onca yemek içinde gözüm hiçbirşey görmediği zamanlar oldu. Sadece seni düşündük baban ve ben. Geceleri de deliksiz uyudun.Yorgunluktan sanırım.

 Bu arada sevgilin bile oldu. Hollandalı, 4 yaşında, adı Rimsi gibi bişey. Hoş çocuktu, ben de beğendim. Seni gördüğünde o da mutlu olup sarılıyordu :) Şimdi bu işin şakası ama uzun zaman sana sevgili kavramından bahsetmemekte fayda var. Bana böyle yapmışlardı. Hepsi senin arkadaşın kızım. Kız/ Erkek ayrımı senin için liseye kadar olmamalı. Herkes arkadaş, herkes sevgili olmalı. Vakti gelince o duyguları da hakkını vererek yaşarsın umarım. Çok sev ve çok SEVİL bebeğim.

Dilin çözüdü. Daha çok gevezlik yapmaya başladın. Kendince bişiler diyorsun ben onları, gel, git, ver, al gibi anlamlar yüklüyorum. Benim için herşeyden önemlisi çoook mutluydun tatilde. Yürümenden, konuşmadan daha daha önemlisi çok mutlu olman. Çocukluğunu çocuk gibi yaşaman benim için o kadar önemli ki. Çünkü sanırım ben yaşayamadım. Çocuktum ama büyük gibi hissediyordum kendimi hep. Böyle olmanı istemiyorum. Sanırım başarıyoruz da.

Beni bütün gün görmüyorsun Gülşen Teyzeni anne sandığını düşünüyordum ama tatilde çok mutlu olduğunu görünce senin de bizi çok sevdiğini anladım. Son 6 aydır, ilk defa göğsümde uyuyakaldın. Dünyalara bedeldi..

Son zamanlarda kendi kendine yemek yemeye çok heveslisin. Ben de eline kaşık verip "bana yedir kızım" diyorum. Sen bana yedirirken ben ağzımı açınca, sen de açıyorsun. Zaten eğitim anlatarak, konşularak değil, örnek olarak olurmuş değil mi ?

Vesselam sen tatilini yaptın. Ama baban ve benim hala bir tatile ihtiyacımız var.

Tatil dönüşü babannecin bizdeydi. Bir sonraki yazımızda ondan bahsedeceğiz. Tatil dönüşü hasta oldun, 6. hastalıkla birlikte orta kulak iltihabı + azı dişi çıkarma. (Bu arada tatilde 500 gr vermişsin, benim için çok üzücü oldu, tam bir HÜSRAN.:))

Seni çok Seviyoruz.

Annen Nil

Saturday, June 1, 2013

İYİ Kİ DOĞDUN PRENSESİM (ÖMRÜM)

Kızım, güzel pıtırcığım kocaman 1 yılı geride bıraktık. Mutluluğu, kaygıyı, yorgunluğu ve ÇOK SEVMEYİ bir arada öğrendim.
ÇOK AMA ÇOK sevmeyi öğretiyorsun bana. Senden önce hiç bu kadar çok sevmemiştim kimseleri.
Yeni yaşını kutlamak için tüm ailemizi topladık tabiki. Hatta Büyük anneannelerin de bizimleydi. Sana bir bahar pastası tasarlattık. Babana, sana ve bana özel tişörtler bastırdık. Anneannenin diktiği tütü eteği giydin. Melek kanatlarını taktık. Elinde de prenses/peri asası vardı. Canım MELEĞİM benim. 
 
Saliş Pastanın tasarladığı harika pastamızı kestik, mamaları yedikten sonra senin sevdiğin müzikleri açtık. Partinin gözdesi tabiki sendin. Dans etmeyi çok seviyorsun. Herkesi kendine hayran bıraktın. Yürüyemeyen ama poposunu sallayıp zıplayan ve tüm içtenliği ile pırıl pırıl gözleriyle gülümseyen çok güzel bir kızsın sen. Nasıl bu kadar güzel olabilir bir bebek diye hayranlıkla izliyorum seni. Tüm anneler böyle sanırım. En güzel onların bebeği !
Kalabalığı ve insanları çok seviyorsun. Hava anneannen bizde kaldı. Bol bol yürüyüş aktiviteleri yapıyorsun. Çok Oyuncusun. Kedisin sen... Yavru Kedi.
Kedilere bayılıyorsun zaten. Onlar sayesinde yemek yediriyoruz. Kedi demek için KKKK harfini genizden çıkarmaya çalışıyorsun. Annniii, baba, dede, ge (gel anlamında), me (ver anlamında), dit (git ! çirkin vs diye severken kullandığımız için) demeye çalışıyorsun.
Deden ve anneannen sana Almanyadan tatlı bir bebek almışlar doğum günü için. Onu görünce öpüp kokladın. Sarıldın. Sevgi dolusun. Artık 7 dişin var. Kocaman bir genç kız oldun. Bu arada kocaman deyince elini havaya kaldırıyorsun.
Bazen mazlum ve uysalsın ama bazen tam yaramaz ! İstediğin bir şey olduğu zaman ve olmaması gereken bir şeyse ilgini dağıtamıyoruz. İllede OLACAK ! OLMAZSA sinir krizine girebilirsin. Bu konu ile ilgili sana nasıl davranacağımı inan bilmiyorum.
Günün sonunda harika hediyelerin oldu. Babannen ikimize de şans kolyeleri almış. Takım olduk seninle anneli kızlı. Anneannen ve deden de cici cici kıyafetler, oyuncaklar almış. Leyla Teyzen de ciciler yollamış.
Bu arada öpmeyi öğrendin. Mis kokulum benim.
Biz herkesin yanımızda olmasını fırsat bilip günün akşamına atlayıp uçağa istanbula ufak bir kaçamak yaptık. O gece anneannen ve babaannenle birlikte uyudun. 1-2 saatlik vicdan azabının ardından rahatladım ve babanla başbaşa vakit geçirmenin keyfini yaşadık. Ertesi gün "maceralı" bir şekilde geri döndük. SUNEXPRES'in açık bilet mağduru olmak üzereydik. Babanın çok sevdiği arkadaşları Akın ve Ebru'nun evinde kaldık. Ali'nin düğününe gittik. Ardından Miraç'la da buluşup İstinye'ye indik. İstanbulun ikimiz için de çok güzel anıları var bizde. Enerji topladık ki sana daha iyi bakalım. Seninle daha iyi vakit geçirelim. Birbirimizi çok sevelim ki sen de mutlu ol diye yalnız bıraktık AŞKIM seni.


 

Bir sonraki yazımda kendi kendine yoğurt yeme çabalarından ve Side tatilimizden bahsedeceğim..
Sen Seviyorum Güzel KIZIM. Güzel KIZIM sen çok özgür ruhlu başına buyruk bir kız olacağa benziyorsun. Korkuyorum. Büyüyünce bizi unutma tamam mı ? Benim arkadaşım ol. Anne Kız çok iyi arkadaş olalım. Annen'in bir kardeşi bile yok. Herşeyi sensin.

Thursday, May 9, 2013

Tıp Dünyasına Sitemler (İpek Ece)...

Dün yeni doğum yapan bir arkadaşımı tebrik etmek için aradım. Konuştuklarım tüylerimi diken diken etti. Yaşadıklarımı aynen ona da yaşatıyorlar. Bu zamana kadar Medikal Park Antalya Hastanesine defalarca şikayet dilekçesi yazmayı düşündüm ve defalarca kendimi dizginledim. Bi şekilde vakit bulamadım. Aslında yapmam gereken dilekçe vermek değil Sağlık Bakanlığına şikayet etmek.

16 saatlik normal doğum gayretim sırasında ;

Doğum ebeleri bir sürü kağıda imza attırdı "doğum eğitimi, nefes teknikleri eğitimi aldım" diye. O anda kurbanlık koyun misali ne derlerse yaptım. Belki daha sonra eğitim verilecektir düşüncesiyle...

Eğitim vermek ne kelime. Hamile olan doğum ebesi kendini NST ye bağlayıp saatlerce yanıma gelmedi. Bense suyum bittiğinde bebeğimin hayatının tehlikeye gireceğini düşünecek kadar cahildim ve KAYGILIYDIM. Keşke bu yalan yanlış bilgiyi de bilmeyecek kadar cahil olsaydım.

Normal doğum yapabilmek için beklerken ben, destek olmak, moral vermek yerine her muayenede canımı acıttılar.

Nasıl oluyorduysa doktor hanımın muayenesini hissetmiyordum bile. Demek ki ebelerin beceremediği birşey vardı.

Tüm bunlar içinde Hale Ebe'yi istisna tutuyorum.Hale ebe gece 03:00 -07:00 arasında yanımdaydı. Yeteri kadar sevecendi. Sabah vardiyasında başladı asıl can sıkıcı olaylar...

Belki yaşamayanlar anlamaz bir kadının hayatında en çok motivasyona ve sevgiye ihtiyaç duyduğu anlardan biridir doğum sancıları sırasında beklemek...

Neticede beklemekten yorgun düştüm, acıktım üstüne moralim de bozuktu. 16 saat sonucunda sezeryanı kendi dilimle istedim. Hemen kabul edildi. Doktorların mesai bitimine ameliyat randevusu alındı. O saate kadar açıldı açıldı açılmadı alacağız bebeni dediler...

O buz gibi ameliyathanede çaresiz yatışı, başınızdaki 9 tane adamı ve doğumdan sonra bebeğinizin çaresiz çığlığını ve onun korkusuna derman olamamayı yaşayan bilir. Derman olamazdım çünkü burnumdaki oksijen borusu çıktığında kalbim sıkışıyordu. Onu kucaklayamamak sadece yanağını yanağında hissetmek. Onun bu koca dünyadaki ilk günü, ilk saatleri bana en çok ihtiyacı olduğu anda sarıp sarmalayamamak nedir ? Yaşayan bilir... Yada anne olan bilir.

Önümüzdeki 12 saatte ben biryanda perşian, 2 kg- 36 haftalık sınırda premature bebeğim bir yanda.

Bebekle ilgilenen ebeler de "bebek bakımı", ve "emzirme" ile ilgili eğitim verdiklerine dair bir yığın kağıt imzalattıktan sonra bizi taburcu ettiler.

Sonra başladı kabus gibi günler. İlk doktorumuz elime bir kağıt tutuşturdu içinde emzirirken yememek gereken gıdalar yazıyordu. Gaz yapıyormuş ! Süt ve süt ürünleri yazıyor... E süt içmedim, peynir yemedim, yoğurt yemedim neyle karnımı doyuracağım sabahları ? Hem bunları yemezsem sütüm değerli olur mu ? Bebeğimi besleyebilir miyim ki ?

Ben yedim. Zaten ilk 20 gün gaz problemi de yoktu. Olması da beklenmiyormuş. Gaz 25. günden sonra olurmuş. Herhalde sinir sistemi gaz sancısını anlayacak düzeye o zaman ulaşıyor.

Bizim gaz sandığımız 4. ay sonunda inek sütü alerjisi, çoklu gıda proteini intoleransı ve benim önümdeki 4 ay boyunca hayvansal hiç bir besini tüketmeme diyetim başlamış oldu. Emziren bir annenin aç kalması nedemek bilen bilir. Varlık içinde yokluk çekmek... Bir tabak taze fasülye için koca ile kavga etmek....

Bu konu anlaşılmıyor. Diyeti ben yapıyordum evet. Çünkü süte geçen süt, et proteini meleğimi kıvrandırıyor. Kusturuyor. Boğulurcasına kusturuyordu. Çok az zaman keyifle emzirme deneyimi yaşayabildim. Hani bebek doyar ve annesine gülümser. İşte ben bunu sayılı kez yaşadım. Emmek istiyor, karnı aç ama her emişte kıvranıyor meme almak istemiyordu, kuzucum.

İşte bu yüzden anne-bebek bağını biraz zor kurduk biz. Bu bağı en güzel kurmaya yarayan emzirme deneyimini ikimiz de çok zorlu yaşadık.

Mutlu mesut emzirebildiğim bazı anları videoya bile aldım :) Herhalde bu anın foroğrafını çeken sayılı çılgın anne vardır.

Biz hep kucak kucağa çığlık çığlık emdik. Çoğu zaman ayakta gezdirerek.... Hele yatakta sokulup anneye, orda uyuya kalma durumu 5-10 kereyi geçmez.

BlogcuAnne nin henüz okuyamadığım bir kitabı var. "Annelik Her Zaman Toz Pembe Değil". Bütün anneleri onurlandıran bir kitap olduğunu düşünüyorum. Çünkü hissettiklerimizi, yaşadıklarımızı bir tek anne olunca anlaşılır.

Ve sevgili Tıp Dünyası ebeler, doktorlar, hemşireler lütfen bizi müşteri gibi değil iş gibi değil biraz olsun insan gibi görün.

Sizden birazcık duygu bekliyorum. Evet biliyorum her gün ama hergün binlerce bizden görüyorsunuz.  Sizin için mesai bitti mi, biz de bitiyoruz. Ama işte hayat devam ediyor bizim için..Üzgünüm ama yaptığı işe hakkını veren, ne kadar KUTSAL bir iş yaptığının farkında olan çok AZ doktorumuz var.

Şimdi herşeyi sorguluyorum belki kızımın midesini, bağırsaklarını doğar doğmaz şekeri düştü bahanesiyle  verilen mama bozdu. Neticede endüstriyel bir besin. Doğallıktan çok uzak.

Keşke ilk doktorumuz elime o kağıdı tutuştururken, 2 dakika ayırıp neden süt ve süt ürünleri yememek gerektiğini bana anlatabilseydi. Çaresiz ve ona bu kadar muhtaç olduğumu, bile bile beni kaygılarımla baş başa bıraktı...

Son olarak keşke bebeğim büyürken annem hep yanımda olsaydı. Keşke işim eve yakın olsaydı. Keşke annen nerde deyince kızım benim yerine bakıcı teyzeyi göstermeseydi.

Keşke ameliyat yaram 1 sene geçmesine rağmen arasıra batmasaydı. 1 sene boyunca bebek arabasını bile kaldıramayacak kadar güçsüz düşmeseydim. Keşke....Herşey daha doğal, daha akışında olsaydı. Yavrum zamanında doğsaydı. Keşke  doğum doktorum "Nil artık doğum yaklaştı, erken doğum riskin var, biraz hareketlerini kısıtla, suyun çok fazla" diyebilseydi. Bense yürüyüş yapmam iyidir diye kendimi fazlaca yoruyordum. Suyun fazla demesini de suyun fazla olması iyi birşey zannediyordum. Halbuki gereğinden fazla olması erken doğum sebebiymiş.

Bir bebek normal doğum kanalına girdiğinde yuttuğu sıvılardaki yararlı bakteriler sayesinde sindirim sistemi gelişiyormuş.

Bu gıda toleransı problemini meleğime bakteri vererek 8. ayda şükürler olsun ki yendik. Ah o bakterileri doğal yolla alabilseydik.

Son çağrım;

 Sayın çok kutsal insanlar, sevgili doktorlar, hemşireler evet dünyadaki en zor meslek sizin biliyorum.
fakat bana veremediğiniz ufacık bilgiler, biraz destek, biraz normal doğum için yüreklendirme, biraz ilgi var. 

Kendimden birşeyler çalınmış gibi hissediyorum. Ben birçok bedel ödedim, peki bunun hesabını kim verecek ?

Thursday, April 25, 2013

23 Nisan Eskişehir Tatili (İpek Ece)

Anneciğim,

Cuma gecesi 19 Nisan iş çıkışı yola çıktık. Eline hemen bir elma dilimi verdim, sen onu kemirmeye çalışırken baya yol aldık.
Babanneciğin, Dedeciğin ve Anneanneciğinin sana aldığı izofixli oto koltuğu sayesinde artık daha huzurluydum yolculuk sırasında. 
Bu sefer akıllı davrandık ve yanımıza seni memnun edebileceğimiz oyuncaklar aldık.Yanıma aldığım 1 kase yoğurttan 2-3 kaşık sana yedirebildim. üzerine biberon sütünü de içince güzelce uykuya daldın. Adalyaya yaklaşırken uyandın. Kah ce oynamalar, kah tekerlemeler, kah şarkılar söylemeler... Bir yere kadar dayandın. Ve huzursuzlanmaya başladın. Seni kucağıma alıp tekrar uyutmaya çalıştım.
Üzgünüm anneciğim, yol böyle birşey. Sevdiklerimize kavuşmak için koltukta uyumak demek yol. Biraz bacakların uyuşması vs vs... Aramıza tekrar hoşgeldin.
Ve nihayet tekrar uyudun. Gece yarısı babannemize vardık. 2 gece babannenle uyudun. Kalan 2 gece de anneannenle uyudun. Ve ben tam 4 gece deliksiz bir uyku çektim.
Herkes seni çok seviyor çok özlüyor. Babannen çok cici kıyafetler alıyor seni süslüyor. Öğretmen olduğu için yeni yeni şarkılar biliyor ve seninle oynuyor. Birlikte piyona çaldınız. Videonuzu da çektik. Babannenin ve babanın kucağında piyanoya aynı ritimde vuruyorsun. Müzik kulağının olduğu düşünülüyor.
Sana yemek yedirme işlerini de bir süre babannene devrettik. Senin sarı inadını kırmayı başarabiliyor. Beni "zorla yemek yediren", "burnuna serum sıkan", "iki de bir kıyafetlerini kurcuklayıp seni rahatsız eden" kötü anne modundan biraz çıkardılar sanırım.
Evet canım senin iyiliğin için bunları sana sadece annen değil. Tüm sevdiklerin yapabilir.

 Anneanne ve Deden sana ilk arabanı aldılar. Pembe kamyon. Üzerine binip, ayaklarınla kendini ittirmeyi (pedalsız) öğreneceksin. Dakikalarca sevinçten şarkılar mırıldandın.
Yemek yerken senin iştahını açmak için çıkardığımız mmmıh seslerini sevindiğin her zaman çıkarıyor. Bizi taklit ediyorsun.
Kamyonuna kendin binip, düşe kalka kendin inebiliyorsun. Bu arada kaloriferli ev rahatlığını doyasıya yaşadık. Seni yerlere saldık ve kucağımıza almamaya çalıştık. Anneannen ve dedenle de çok sohbetler ettin, oyunlar oynadın.

Kediye de köpeğe de" hav hav" diyorsun. Hayvanları çok seviyorsun ve hiç korkmuyorsun. Sokakta başka çocukları görünce çığlık atıyorsun. Onları sevmek ve dokunmak istiyorsun.

Dönüş vakti gelip çattığında oto koltuğuna oturmak istemediğin için bu son görevi de babannemize verdikten sonra yola koyulduk.
Dönüş yolunda yaklaşık 310 kere çıngarığını, marakasını (nohut dolu bir su şişesi) yere attın ve ben 310 kere onları ıslak mendille silip tekrar eline verdim.
Geliş yolunda güzelce dişlediğin elmayı, dönüş yolunda elinde parça pinçik edip sağa sola fırlattın. Malum dönüş yolu bu !. Biraz isyanlardaydın.
Dönüşte Kütahyaya uğradık. Deden ve Anneannen bizi arabayla Kütahyaya kadar izledi. Onlar da Büyük Anneanneni görmek istedi. Orada bir küçük mola verdik. Sana yemek yedirme çabalarım boşa çıktı. Herkesin üstüne gitme çocuğun söylemleri sonucu PES ettim.

Yine de sen uyumlu bir bebeksin. Ve bizim herşeyimizsin. Dönüş yolunda farenjit oldum. Bozkır havası çarptı. Çok SERT! Sanırım Antalyalı olmaya başladık. Umarım sana bulaştırmam.

Senin dışında baban ve ben;
  • KARA KEDİ de boza içtik.
  • PINO' da pinoburger yedik.
  • Son olarak anne yemeklerine de yer kalsın diye 1porsiyon çiğböreği ikimiz paylaştık.
  • Bol bol anne yemekleri yedik. Kalabalık kahvaltılar ettik..
Şükürler olsun ki anneannen, babaannen ve deden çok iyi anlaşan arkadaşlar oldular. Böylece bizim ziyaretler çok daha keyifli olabiliyor.

Seni Seviyorum.

Monday, April 15, 2013

İpek Ece (10. ve 11. aylarda )

11. Ayın içindeyiz. İpek Ece'min anneannesi, dedesi geldi. Onların gelmesiyle İpeğimin gözlerindeki huzurla karışık neşeyi size anlatmak çok zor.
Bu kadar çok insan tarafından koşulsuzca sevilmenin gönül rahatlığı, iç huzurunu ona yaşatabildiğimize sevindim. Bir taraftan da yalnız kaldığımızda acaba yeterli olamıyor muyuz diye üzüldüm. Vicdan azabı çekitim.
Pıtırcığım a mektup 10. ay içindeyken;
  • "Babası gelsin dur dur, anlatalım bir bir" denilince. Bir elinin işaret parmağının diğerinin avcuna koyarak bizi taklit ediyorsun.
  • Pır pır ederken canlandı deyince ellerini çırpıyorsun.
  • Emekleme konusunda kendini hayli geliştirdin. Düz duvara bile el ayası ile tutunarak, ayağa kalkabiliyorsun.
  • Dikilir durumdayken, bir elinle destek alarak oturma pozisyonuna geçiyorsun. Tek elinle eğliip oyuncağını alıp kanepenin üzerine koyuyor sonra tekrar yere atıyorsun. Yatar durumdayken hiç zorlanmadan doğrulup oturabiliyorsun.
  • vavava, bababa diye kendi kendine sohbetleri arttırdın. Baba'yı bilinçli olarak söylüyor, Anneye benzer sesleri de ağlarken veya başın sıkışınca çıkarıyorsun.
  • Anlamadığım birşekilde geceleri sinir krizine giriyorsun. Seni sakinleştirmek, rahatlatmak için çok çaba sarfediyoruz. Son çare balkona çıkıyoruz. Rüya gördüğünü düşünüyorum.
  • Büyük Babannemiz burdaydı. Sana yürüteç aldı. Malum Antalyada ısıtma klima ile. Yerler halen buz gibi. Bu kalorifersizlikten ne çektim ben be :(. Vesselam, sarı papatyam yerlerde, fayansarda üsütebilir kaygısıyla emeklerken sürekli izlemek gerekiyor ve mümkün olduğunca halı üzerinde tutmaya çalışıyoruz seni. Hal böyle olunca karşı durduğum yürüteç biraz kurtarıcı oldu bize.
  • Yürüteci bahçeye çıkarıyoruz, alabildiğine koşturuyorsun prensesim.
  • Çiçek gördüğünde, yaprak gördüğünde "ayyy " diye çığlık atıyor.Çocuk seslerine ve kedilere bayılıyorsun. Takip ettiğin kediler senden kaçınca da bi azar çekiyor, onlara söyleniyorsun.
  • Ezan sesini ve köpeklerin havlamasını o anda ne işin olursa olsun bırakıp dinliyorsun, pür dikkat. Bende bak kızım artık yatma vakti gelmiş, bütün bebekler uyusun diyorlar diyorum :) Allah büyük, Allah bizi korusun, yardımcı olsun .... diye türkçe meal yapıyorum.
  • Bunun dışında yemek konusunda binbir numara üretiyoruz babanla. Son numaramızı baban buldu. Baban çıngırağı heyecanlı bi şekilde çalışıyor. Sonra birden ham diye turup sesi kesiyor. Tam o sırada şaşkınlıktan ağzını açıyorsun. Ben de fırsattan istifade mamaları dolduruyorum minik ağzına.
  • Artık bütün tekerlemelere alıştın, hiçbiri yemek konusunda işe yaramıyor. Bir keserim var...., bak bak bir örümcek duvara çıkıyor gizlice..., küçük kurbağa...ve daha ne duyduysak.
  • Saçlarımı sallayıp seni güldürüyordum. Gülerken ağzına yine mama...
11. ayın içinde (Nisan ayında)

  • Artık yemekleri çıngıraklı müzik eşliğinde, ve köpek havlamasını dinlerken yiyorsun. Elimde değil böyle davranmamak. Biliyorum sağlıklı olan bu değil. Normal olan senin acıkmanı beklemek ve istediğin kadar yedirmek, senin bir birey olduğunu unutmamak. Bu işe bir dur demek lazım diyor baban.
  • Anneannen seni balkona çıkartınca, kuşları, ayı yıldızları anlatıyor. Sen de artık kuş görünce vuş diyorsun.
  • Anneanneni, beni, dedeni, babanı parmakla gösterebiliyorsun. (işine gelince tabii....)
  • Sana ortapedik ayakkabılar aldık. En küçük numarası (18 no) bile 1 parmak büyük kuzucum sana.
  • Ayakkabılarla daha sağlam basmaya başladın yere.
  • Sofraya bizimle oturup yediğimiz herşeye elini sokuyorsun. Bazılarını ağzına sokuyor, birçoğunu tükürüyor, bir kısmını karambolden yutuyorsun.
  • Bu ayın ilklerinden, ilk defa salıncağa bindin. İlla ki de kırmızı salıncağa binmek istiyorsun.
  • Ha bir de simit kemirmeyi çok seviyorsun. Bir pirinç tanesini yutamazken, simiti erite erite yiyorsun.
  • Artık 4 güzel dişin var. 2 altta, 2 üstte. Bizi ıssırmaya çalışıyorsun bazen. Ben de sana "öp kızım" deyince öpüyorsun. Issırmıyorsun.
  • Galiba 1 diş daha geliyor. Bu ara huzursuzsun.
  • Bu arada tanımadğın yada az tanıdığın birisi seni sevmeye kalkarsa hemen bize sokuluyorsun. Mahçup bir gülüşle. O mahçup gülüşe ben canımı veririm.
  • Burnun nerde deyince karşındaki insanın burnunu gösteriyorsun. Ayakların nerde deyince kendi ayaklarına dokunuyorsun.
  • En çok güldüğümüz ise. Benim başımdaki tokayı alıp kendi saçına takmaya çalışıyorsun. Toka takmayı seveckesin. Bana benzemeyeceksin. Her halinle tam bir kız çocuğusun sen. Nurum benim. Pamuğum.
  • Ha bir de telefon ve kumandaları kulağına götürüp, ses dinliyorsun, telefon zannederek.




14 Mart Kadınlar Günü Kutlamaya Gideceğiz. 9,5 aylıksın
 

Karalioğlu Parkı 20 Mart